Kitapları neden okuduğumuzu düşündünüz mü?
Ben düşünüyorum ve aslında kendi çapımda bir fikre vardım. Kitaplarda onlarca, yüzlerce, binlerce karakter olabilirsiniz. Yazarın hayallerinin başrolleri biz oluyoruz. Bazen çok geveze biri, bazen bir maceracı, bazen bir aşık…
Ne kadar çok kitap okuyorsak o kadar çok hayat yaşıyoruz. Aslında bu sayede “empati” yeteneğimizin arttığını yok saymak saçmalık olur. Anlayışlı bir insana dönüşüyoruz çünkü bir sürü insan olmuş oluyoruz. Hayatımıza ne kadar başrol sığdırırsak o kadar oluyoruz.
Bu güzelliklere rağmen kitapların müthiş bir yanı daha var: Hayatta yaşadığımız güzel ve kötü anlara asla geri dönemeyeceğimiz gerçeğini kitaplar gülerek karşılıyor. Kitaplarda yaşamayı sevdiğiniz yada sevmediğiniz her şeyi tekrardan yaşayabilirsiniz, sevmediklerinize dönüp sevebilirsiniz. Hayatın böyle bir fırsatı olsaydı her şey mükemmel olurdu herhalde. Ancak bunu bilemeyiz oysa kitaplarda biliyoruz.
Aynı kitabı üç kere okumayı deneyin, farklı yaşlarda okumayı deneyin. Kitapların sizi ağlatmasına, güldürmesine ve sinirlendirmesine izin verin. Küçük Prens okuyun mesela; farklı gezegenler keşfedin, sizin de bir gülünüz olsun. Şeker Portakalı okuyun ve son sayfasına geldiğinizde bırakın aksın gözyaşlarınız.
Onlarca kez okuyun, yüzlerce, binlerce kez…